02 Mayıs 2024 - Perşembe

Şu anda buradasınız: / ÇAĞDAŞ ZULÜM NİFAK VE FASIKLIK
ÇAĞDAŞ ZULÜM NİFAK VE FASIKLIK

ÇAĞDAŞ ZULÜM NİFAK VE FASIKLIK Dr. Mehmet Yolcu

İnsanlık Tarihindeki En Kadim Mücadele
Tarih boyunca resuller ve nebiler insanları ve cemiyetleri sadece Allah’a gönülden bağlanmaya ve O’na samimi biçimde itaat ve ibadet etmeye çağırmışlardır. Bununla beraber onları daima tağuttan sakınmaya çalışmışlardır.
Her peygamberin her zaman ve mekanda en temel çağrısı bu iki temele bina edilmiştir: “İnsanlar sadece Allah’a kul olacak ve Onun dışında kimseye kulluğa yanaşmayacaklardır.” (Kur’ân: 16/36). Allah tarafından yeryüzünde halifeler kılınmış olan insanlar için bu açıdan sadece iki yol vardır: Allah’ın verdiği nimetlerin farkında olup O’na karşı minnet duygularıyla meşbu olan müminler, Müslümanlar, bir de O’nun nimetlerini görmeyen, görmezden gelen nankörler, inkarcılar, zalimler, fasıklar, münafıklar, müstekbirler, müstağniler ve kafirler.
İnsanları bu tutum ve davranışa sevk eden sebeplerin başında mal, mülk, güç, kuvvet, makam, mevki ve şöhret gibi şeyler gelmektedir (Kur’ân: 34/34-35, 43/51). Bu tür kudret, servet ve şöhretin Kur’ân tarafından sembolize edilen şahısları Firavun, Haman (28/6, 8, 38) ve Karun’dur (Kur’ân: 28/76, 40/24, 36). Bunlar genelde sözünün üzerine söz söylenmesinden hoşlanmayan ve her söz ve kanaatlerinin bir yasa olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünen despotlar ve diktatörlerdir (Kur’ân: 10/90, 14/6, 17/103, 26/23, 28/4, 40/24-26, 29). Kıyamet, ahiret hayatı, diriliş, cennet ve cehennem gibi kişinin dünya hayatında yaptıklarından hesaba çekileceğini ifade eden düşünce ve inançları inkar etmek de kafir, müstekbir, müstağni, müşrik, zalim, münafık ve fasık kişilerin en karakteristik özelliğidir (Kur’ân: 9/29. 44, 45).
Müslümanlık ve iman davasında mücadele, her zaman safları belli olan insanlar veya kesimler arasında gerçekleşmez. Kimi zaman saflar arasında gidip gelen kişiler veya zümreler arasında da çetin kavgalar başgösterir. Burada iman kervanında yer alan kişiler iman, inanç, düşünce, ahlak, tutum ve davranışlar bakımından onlarla bütünleşmeyen ve kaynaşmayan bir hayat tarzını benimserler. Doğal olarak onlarla gerçek iman ehli arasında çok derin uyuşmazlıklar, tartışmalar ve sürtüşmeler zuhur eder. Buna dahili mücadele denebilir; bir nevi nefisle mücadele.
1-) Hz. Musa’nın İsrail Oğulları ile Mücadelesi
Tarihte ruhen ve fikren iman kafilesinden ayrılıp onlarla zihniyet açısından ayrışan toplulukların ilki Hz. Musa döneminde ortaya çıkmıştır. Hicretten sonra Hz. Musa’nın asasını vuruşuyla yarılan denizden (Kur’ân: 20/77) geçip Firavun ve kurmaylarının burada boğulduklarını seyreden İsrail Oğulları (Kur’ân: 20/77), onun Tur Dağı’na gitmesi üzerine farklı bir eğilime kapılırlar. Samiri onlara böğüren bir buzağı yapar. “Sizin ilahınız budur” der ve Musa’nın ilahını unuturlar (Kur’ân: 20/88) ve: “Musa gelene kadar biz bundan vazgeçmeyiz” derler (Kur’ân: 20/91). Böylece yolda puta tapan bir kavmi gördüklerinde Hz. Musa’dan istedikleri putu, o zaman elde edemeseler de şimdi elde etmiş olurlar (Kur’ân: 7/38-40).
Vekil olarak başlarında duran Hz. Harun bu gidişe dur demek ister ama bakar ki, savaşmaksızın bu eğilimi durdurmak mümkün değil. Durur, Hz. Musa’nın gelmesini bekler. Endişesi, Hz. Musa’nın döndüğünde: “Ben sana İsrail Oğullarını yek vücut olarak teslim ettim, sen onları param parça ettin” demesidir (Kur’ân: 20/94). 30 günlüğüne onlardan izin alıp giden Hz. Musa 10 gün gecikmeyle döner. Önce vekil bıraktığı Harun’u haşlar (Kur’ân: 20/92-94). Ardından Samiri’yi sorgular: “Ben onların görmediği gördüm, Resulün eserinden bir kabza aldım ve onu buzağının üzerine attım. Nefsim beni böyle tuzağa düşürdü” der. Hz. Musa ona, karşılaştığı herkese: “Dokunmak yok” diyeceğini ve kimseye yaklaşmayacağını bildirir. Böyle bir süre yaşadıktan sonra kendisi için belirlenen söze gelecektir (Kur’ân: 20/95-96). Ardından Samiriye: “Yöneldiğin, uğruna Rabbini bıraktığın ilahına bak; biz onu yakacağız ve onun külünü denize savuracağız” der (Kur’ân: 20/97).
İsrailoğulları da bu sapmada Hz. Musa ve getirdiği dinden tamamen kopmuş değiller. Sorguda Hz. Musa sorar: “Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmadı mı? Sözleşmenin üzerinden çok zaman geçip süre mi uzadı? Yoksa siz Rabbinizin üzerinize gazabını göndermesini mi istediniz de sözleşmemize muhalafet ettiniz?” (Kur’ân: 20/86).
Onlar cevapta: “Biz kendi irademizle sana verdiğimiz söze muhalefet etmedik. Biz kavmin (Kıptilerin) ziynet eşyasını (ödünç alarak) yanımıza almış ve buralara kadar taşımıştık. Onları üzerimizden attık. Samiri de onun üzerine bunu attı” dediler (Kur’ân: 20/87).
2-) Hz. Süleyman Döneminde
Şeytanların Yaptıkları
Hz. Süleyman döneminde ortaya çıkan bir fitne de içteki bir bozulma ve fesada işaret etmektedir. Özellikle mülk üzerinde tezahür eden bir inkarcılık (kafirlik) bu dönemde zuhur eder. Sihir büyü üzerinden gelişen bir sapmanın Babil’deki iki meleğin Harut ve Marut’un adını kullanarak kişi ile eşinin arasını açtığını, insanların zararlı olup hiçbir faydası olmayan boş şeyleri öğrenme merakına kapıldıkları, bu tür şeylere teşne olanların ahirette hiçbir nasiplerinin olmadığını bildikleri halde bunu yaptıkları, şayet gerçek bilgileri olsa bu tür bayağı şeylere kendilerini satmaya yanaşmayacakları aksine iman ve takva üzerinde kurulan bir hayat tarzını benimseyecekleri ve Allah katında kutlu mükafata erişecekleri beyan edilmektedir (Kuran: 2/102-103).
3-) Bahçe Sahiplerinin Planları
Bahçe Sahipleri hakkında verilen bilgilere göre onlar sabahleyin uygulamaya koyacakları bir plan yapıyorlar ve herhangi başka bir ihtimale yer vermiyorlar. Plana göre sabahın erken saatlerinde gizlice birbirine seslenecekler ve korku içinde yola çıkacaklar, herhangi bir muhtaç kişinin kendilerini görmemesi için azami özen gösterecekler, ekinlerinin mahsulünü derleyip toplayacaklar, aralarında bölüştürecekler ve bundan kimseye bir şey koklatmayacaklar. Bu plana göre hareket ederek bahçelerine vardıklarında geceden yanmış kül olmuş bir bahçe görürler. Önce yanlış mı geldik diye düşünürler ama bakarlar ki kendi bahçeleri tamamen yanmış gitmiş. Orada ortanca olan kardeş döner: Ben size: “Öncelikle Allah’ı tesbih ederek O’nun hakkını çıkarmamız gerekir” demedim mi diye çıkışır. Dönerler birbirini suçlarlar. Sonuçta azgın taşkın kişiler olduklarını itiraf ederler. Rabbimize dönelim; O bize bundan daha hayırlısını verir diye ana çizgiye gelirler (Kur’ân: 68/17-33).
4-) Hz. Muhammed Dönemindeki İç Kargaşa
Muhammed (sas) zamanında da iman ehli içinde yer alıp farklı eğilimlere sahip çok kişi ve zümre yer almıştır. Bunların bir kısmı münafık, bir kısmı fasık bir kısmı ise aslında kafir kişilerdi (Kur’ân: 9/94-98). Gerçekten iman edenlerle beraber olduklarında mümin gibi söyleyip eyleyenler, şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında her tür inkarı izhar edenler (Kur’ân: 2/14), sıkıştıklarında ise yemin ederek biz kötü bir laf etmedik diyenler (Kur’ân: 9/74), Uhud günü savaşa giderken çekilenler (700/3000), Hendek günü envai çeşit mazeretler ileri sürüp savaşta kendilerine düşen görevleri başından savmaya çalışanlar (Kur’ân: 33/10-15), Resulün mal ve ganimet taksimini beğenmeyip bunu bahane ederek ona dil uzatanlar (Kur’ân: 9/58-60), Mescid-i Nebevi’nin karşısında zarar vermek, kafirlik yapmak, müminleri birbirine düşürmek ve gelen gidenleri kontrol etmek amacıyla Mescid-i Dırar’ı inşa edenler (Kur’ân: 9/107), cihada giderken türlü bahaneleri mazeret göstererek savaşa gelmek istemeyenler (Kur’ân: 9/42-47), sefer esnasında sıcak günleri bahane ederek (Kur’ân: 9/81) veya düşman kızlarına kadınlarına dayanamam, beni fitneye düşürmeyin diyenler (Kur’ân: 9/49).
Kur’ân-ı Kerim, iman ehlini tasvir ederken yeri ve zamanı geldiğinde sahte iman ve Müslümanlık izhar edenlerin ahvalini de tasvir eder. Bu bağlamda Tevbe, Ahzab, Münafikun, Bakara (8-20, 204-207), Al-i İmran (167-168) ve Nisa (77-78, 81, 88-92, 140-147) gibi surelerde yeri geldikçe münafık, fasık ve zalimlerden söz edilmiştir. Bunların sıfatları kimi zaman kafirlerin ve müşriklerin temel vasıflarını geride bırakır. Bu nedenle Kur’ân cihad ile ilgili temel direktiflerinde hem kafirlere ve hem de münafıklara karşı esaslı bir mücadele verilmesini emreder ve onlara karşı acımasız bir savaş yapılmasını tavsiye eder (Kur’ân: 9/73, 66/9).
Seyyid Kutub, tetkiklerinde günümüzde dünyanın cahiliye sistemine teslim olduğu kanaatine ulaşmıştır. Ona göre kökten inkar üzerinde şekillenen SSCB, Çin, Kuzey Kore ve Doğu Avrupa ülkelerinde insanlar inanç sistemi ve akide açısından cahiliye zihniyetinden sayılırlar. Hint, Japonya gibi putperest doğu ülkeleri de Budha, Nirvana, tenasuh inancı, ahiret ve nübüvvet inkarı gibi akidelere teşne oldukları için cahiliye kapsamına girer. Kökeninde kimi gerçek vahiy damarları olsa da din adamları ve bilginler tarafından bu kanalları kurutulmuş olan Hristiyanlık, Yahudilik, Zerdüştlük, Sabiilik, Ezidilik ve Şamanlık gibi cemiyetler de cahiliye kapsamında yer alır. Bunların hiçbirinde doğrudan Yüce Allah’a kulluk ve ibadet söz konusu değildir. Hepsi Sırat-ı Mustakim’den sapmış, kopmuş ve uzaklaşmıştır. Bugün kendisini İslam’a nispet eden ve bununla avunan pek çok cemiyetin cahiliye toplumu olduğu ayan beyan ortadadır. Burada 1. sıradakiler de mutlak manada bir maneviyat inkarı söz konusu değildir. 2. sıradakiler gibi temel inanç sistemi de cari değildir. 3. sıradakiler gibi rahipleri, hahamları rab edinme de yoktur. Ama bunların kurulu siyasal düzenleri cahiliye temeline oturmaktadır. Bu sistemler genelde Batı uşağı kadrolar tarafından kurulmuştur ve Batının değerlerine hizmet etmek için iş başına getirilmişlerdir. Kur’ân ve İslam onların umurunda değildir. Kanun ve yasa yaparken kıbleleri Batıdır. Oradan onay aldıktan sonra Kur’ân ne demiş, İslam ne istemiş kaale almazlar. Bu nedenle buralardaki siyasal ve askeri kadrolar cahiliye zihniyetine sahiptir. Halklar da bunların düzenlerini benimsedikleri için cahiliye sistemine dahil olurlar (Y. İşaretler, 106-108).
Mevdudi, uzun zamanlardan beri İslam’a intisap etmiş halkların ve Müslüman olduğunu söyleyen kavimlerin, devletlerin, halkların ancak siyasal kadroları ve parlamentolarının cahiliyeye dahil olduğunu belirtir; halkları bu sistemin haricinde tutar. Onun da halkın sapma, azgınlık, taşkınlık, fesat, fitne ve kirli işlerini tasvir eden bir paragrafı vardır ki, biz onu burada iktibas etmekten haya ederiz.
Muhammed İkbal’ın savrulma ve sapmaya yönelik tespit ve teşhislerine bakıldığında onun olaya Doğu-Batı gözlüğünden baktığı, kendisinin Batıda doktora yapmış olması, M. Ali Cinnah ile yakın teşriki mesaisi ve İngiliz hükümetinden sör unvanıyla takdir edilmiş olması nedeniyle veya mizacı gereği bu tür meselelere yumuşak yaklaştığı mülahaza edilmektedir.
M. Abduh ve M. Akif gibi şahsiyetlerin ise Vahhabiler gibi topun yönünü halkın örf, adet ve geleneklerine çevirdikleri, buralardaki zaafları aşırı biçimde tasvir ve tenkit ettikleri düşünülmektedir. Sadece kuklayı görüp kuklayıcıyı gözden kaçırdıkları mülahaza edilmektedir.
Said Nursi ise 2. Abdülhamid için cesur tenkitlerde bulunmuşken, sonraki dönemlerde zuhur eden ilhat, sapma, nifak ve zulüm için “ehl-i dünya” tabirini kullanarak geçiştirmeyi yeğlemiştir. Rejimin kendilerine görevler verdiği, makamlar bahşettiği kimi gözde müfessir ve müelliflerin muktedir kılınmışların işledikleri isyan ve tuğyana, zulüm, fasıklık ve münafıklıklara sessiz kalmalarında da anlaşılmayacak bir mesele yoktur. Nitekim Kitab-ı Kerim bize koca koca kitaplar yüklü merkepler (Kur’ân: 62/5) temsiliyle ilminden istifade etmemiş kişilerden, yeryüzü değerlerine kilitlenen, arzu, heves ve ihtirasına vargücüyle yüklenen, üzerine varsan da kendi haline bıraksan da dilini dışarı çıkarıp hızlı hızlı solumaya devam eden köpek (Kur’ân: 7/175-177) misaliyle ilminin istiakmetinden sapmış bilim adamlarından söz etmektedir. Herhalde o gün var olanın bugün de mevcut olmasında herhangi bir garabet yoktur.
İsrailoğullarının sapması günümüz fikir ve hayat tarzlarında zuhur eden sapmalara çok benzemektedir. Samiri çağdaş batıl inanç ve düşüncelerin çığırkanlığını yapan günün aydınlarına, entellektüeline, sanatçılarına ve siyasi liderlerine çok benzemektedir. Harun’un tavrı tövbeni bin defa bozmuş olsan yine gel diyen, şartlar ne olursa olsun, kurtuluştan umudunu kesmeyen kanaat önderlerini çağrıştırmaktadır. İsrail Oğullarının sorguda verdikleri cevapta da çağın Müslüman halkalarının zihniyetine yakın bir yaklaşım sergiledikleri “kendi irademizle sapmadık, elimizde birkaç ziynet eşyası vardı, onlardan kurtulmak istedik” gözlemlenmektedir.
Hz. Süleyman döneminde şeytanların büyüyü kullanarak eşlerin arasını açmaya çaşılması, inkar ve küfre kapı açmaya çalışmaları günümüz medyasını çağrıştırmaktadır. İnsanlar 3M (Medeniyet/çağdaşlık, Moda, Makyaj) veya 3F (Franco 3F: Fado, Fiesta, Futbol, Salazar 3F: Femini, Fiesta, Futbol) ile örf ve adetlerden, insani, hukuki ve ahlaki değerlerden soğutulmakta, uzaklaştırılmakta ve ibahiyecilik temeline oturan bohem hayata alıştırılmaktadır.
Bahçe sahipleri temsilinde tasvir edilmeye çalışılan konu ise hayat tarzı ile ilgilidir. Müslüman insan bencilleştirilmiş, eli sıkı hale getirilmiştir. Artık onun fakir fukarayı, garip gurabayı gözetecek gönlü ve vicdanı kapitalist zihniyetle sarılmıştır. Elde ettikleri makamlar ve mevkiler, güç ve iktidar hak yolda hizmetin aracı değil, şehvetlerin tatmini için kullanılacaktır. Onun artık Afrika’daki açlar, susuz kalanlar, Yemende, Irak’ta, Suriye’de, Myanmar’da, Gazze’de, Afganistan’da, Doğu Türkistan’da, meskun şehrin kenar mahallelerinde yaşayan mağdur, mazlum, mahrum halkları düşünecek zihin koordinatları, vicdani kodlar yanmıştır.
5-) Çare veya Çözüm Nedir?
Öncekilerin dertlerine ne deva olduysa mühtemelen bizim için de çare odur veya nosyon olarak ruhen, fikren, vicdanen onun bir benzeridir.
1-) Kıbleyi düzeltmek, istikamet üzere doğrulmak: Tarihte en fazla sapma, sapkınlık ve azgınlık İsrail Oğullarında zuhur etmiştir. Yüze Allah onların derdine deva olsun diye Hz. Musa’ya şu mesajı göndermiştir: Yunus 83-89.
2-) İman ve takvaya sarılmak. Öncüler bu iki temele dayanan bir söylem geliştirmeli ve insanları sakin, şefkat ve merhametle buna davet etmelidirler: Bakara 103.
Doğru yol işte budur, gel, diye sen bir yürü de,
O zaman bak ne koşanlar göreceksin sürüde!
3-) Ders ve ibret almak. Bahçe sahipleri başlarına gelen felaketten ders aldılar. Kalem 28-32.
4-) İnsanların vicdanlarından ümidini kesmemek. Bu dava adamı ve davetçinin en büyük sığınağıdır. “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz.” (Zümer 53). Burada ümide heveslendirilen kesimler aşırıya kaçmış, nefsine zulmetmiş, her tür pisliğe bulaşmış kesimlerdir. Dava adamları ve davetçiler için ilke şudur:
Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
“İş bitti... Sebâtın sonu yoktur!” deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma. …
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!*

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul